analytics

29.11.10

thats what she said

Uykusunu gözlerinden silmeye çalışırken arada bir gözlerinin bir noktaya saplanarak kalmasına izin veriyordu. Oturduğu sandalye hayatını emiyordu. Arada bir türk kahvesi içiyordu. Bunu kendine iş bilmiş birinin elinden alıyordu kahveyi, teşekkür ederek. Hayatı, yapmak istemedikleri ama o anda yapılması gereken işleri yapmakla geçiyordu. Kendini oyalamak için birşeyler buluyordu. Başından geçen, gerçekten sıkıcı bir hikayeydi.

Bir anda oturup gerçekten hayal ötesi şeyler yazmak istiyordu ama buna bile malzeme bulmaya üşeniyordu. Çeşitli inançlar, kafasını doldurmuş, onlara bağlanıyordu. Ümit ediyordu ki bu gerçekten bir kaçış noktası ve aynı zamanda hayatındaki güzel şeylerden biriydi.

Evindeki galatasaray-italyan, plastik bakkal topunu sağa sola vuruyordu. Titizlikle eşyalara yer bulmaya çalışıyor, termosifon bozulunca servisi çağrıyordu. Gerçekte, değişiklik istiyor, ama alternatifleri değerlendiremiyordu.

Kelimeleri bile korkaktı.

Viski içmeye başlamış, gecenin sonunu şarapla bitiririm diye düşünüyordu. Anti-herşey olmayı başarmıştı.

İşte tam o sırada, birden çok ilginç birşey oldu. Kafasının içindeki dünya kelimelerin ruhunu bulmaya başladı. Her yazdığı harf birer canlı nesneler olmaya başladı. Onları okudukça kelimeler, hissettirmede kafasının içinde bir ses buluyordu. Bu sesler birleşip ona çağrışımlar yaptırıyordu. Bu çağrışımlar birleşip elindeki belgeleri beynin tümüne sunuyor ve şunu diyordu hep bir ağızdan:

işte ben bunu düşünüyorum

Hiç yorum yok: